Çoğunlukla birbirine karıştırılan iki kavram var: Akıl ve Zekâ
Akıl, tarihi boyunca, daha doğrusu, özellikle modern çağdan (17.yy. da Descartes’la başlayan) günümüze kadar felsefe tarafından insanın ayırt edici niteliği olarak vurgulanagelmiştir. Bunun nedeni insanın rasyonel bir varlık olarak tanımlanmasının, yani aklını kullanan bir varlık olmasının, onu diğer hayvanlardan ayıran, eşref-i mahlukat haline getiren yeti olduğunun düşünülmesidir.
Oysa insan aletler yaparak ve onları kullanarak kendisini doğanın üzerine çıkarmış ve ona hükmetme gücüne kavuşmuştur. Bunun yapmasına imkân veren ise zekâsıdır. Çünkü ilk insansı varlıklar henüz dik yürüyemezken bile, keskin taşları kullanarak kendilerine silah yapacak yeteneğe sahiptiler. Bu yolla vahşi hayvanların üstesinden gelecek güce kavuşmuş ve zamanla farklı araçlar keşfedip kullanarak kendi tarihlerinin yaratıcısı olmuşlardır.
Akıl ve Zeka Arasındaki Temek Fark
Buradan akıl ile zekâ arasındaki temel farka geliyoruz: zekâ insanın, diğer bazı hayvanlarla paylaştığı, etrafındaki şeyler arasında ilişki kurabilme, olaylara uygun çözümler bulabilme, şaşırtıcı şeyleri yanyana getirerek üretken kılabilme yetisi olarak tanımlanabilir.
Akıl ise kavramlar ya da dil üzerinde işleyen bir soyutlama, ayırt etme ve düzenleme yetisidir. Akıl daha çok algılanan dünyayı insanca bir düzene sokarak anlamlandırmamızı sağlar. Bunun yanında bellekle bağlantısı yoluyla bir zaman kavrayışı oluştururak geçmiş ve geleceği anlamlandırmamızı, düşünmemizi sağlar.
Zekâ ile Akıl arasındaki bu farklılıklar onların ortaklaşmadığı anlamına gelmez. Zekâ çoğunlukla bir yetenek, tanrı vergisi iken; akıl zekânın kullanılması, bu potansiyelin etkin hale getirilmesi, işlenmesidir.
Sonuç olarak Zekâ yaratıcıyken Akıl uygulayıcıdır.