[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
Ali Rıza İstanbul’un bin bir yüzünü görüyor!
Ali Rıza’nın beyninde yine Oğuz’un sesi:
“Hortumcu Ali Rıza!!!”
“Sen git havuza dal, biz kenarlardan sebeplenince kötü olalım ohh ne ala memleket!”
Delirir Ali Rıza, toprak ile çiçek de sakinleştiremez onu. “Hayriyiieee!” diye dalar mutfağa. İkramiyeyi geri ister. Ama Hayriye evin içindeki ikinci hortumcudur. Yedirir mi o ikramiyeyi Ali Rıza’ya? “Harcadım kardeşim! Çatııır çatır yedim!” der. Ali Rıza da “Afiyet olsun!” der ve bankaya vadeli yatırdığı paraya tenezzül eder. (Alıştı zaten tenezzül etmeye.) Hortumcu Hayriye’nin aklına yiyemeyeceği faizler gelir. “Durrr!” der, “Daha vadenin dolmasına 5 gün var!”
Ali Rıza Hayriye’ye ters ters bir bakar ki, Hayriye laf edemez “Senin paran kocacığım, tabi boz, harca, keyfine bak.” der geri adım atar. Ali Rıza dediğini yapar, getirir ikramiyeyi. Ama gelince Muzafferi yine bulamaz. Toplantıları hiç bitmez. Leman da yine hastadır. Derken Ali Rıza’yı bir kadın görmeye gelmiştir, haberi gelir. Şaşırır Ali Rıza. “Daha şimdiden kadınlar etrafımı sarmaya mı başladı, vay be bu hortumculuk iyi bir şey mi ne?” falan diye düşünüp heyecanlanırken bir de içer girer ki yaşlı, ağlayan bir kadıncağız. Hayal kırıklığına uğrar. “Tüh yaa!” der içinden ama yine eski onurlu ve gururlu haline dönüp olayı anlamaya çalışır. Kadının yüzünü görünce tanımıştır, bu Leman’ın annesidir.
“Aaa Makbule Hanım! Leman’a bir şey mi oldu yoksa?” diye sorar Ali Rıza. Kadın ise kızının ve Muzaffer’in yediği nanelerden bahseder. Leman çocuk düşürmüştür ve suçlanan Muzaffer’dir. Bu lekenin temizlenmesini ister kadın. Bizim saf Ali Rıza’da temiz niyetiyle Muzaffer ile konuşur. Ama tabi ki diğer her erkeğin söylediği gibi “O çocuk benden değil, o kız sizin sandığınız gibi iyi bir ayak değil, ben elin artığını nikahıma alır mıyım hiç? Biraz para veririm gönderirim.” gibi şeyler der. Ali Rıza bir şoka daha girer. Bir de yüzsüzce:
“Siz olsanız oğlunuzun böyle bir kadınla evlenmesini ister miydiniz?” diye sorar. Ali Rıza ikinci “büyük” lafını eder:
“Haklısınız, ben de istemezdim, ama evladımı da reddederdim.” der. Evladını reddeden, Muzaffer’i mi reddetmeyecek? İkramiyeyi geri iade edip basar gider oradan. Evdekilere meteliksiz kaldığımı nasıl izah edeceğim diye düşünürken Şevket’in iyi haberini alır. Şevket Bankada Ferhunde’nin yanında çalışmaya hak kazanmıştır. Ali Rıza haberi alınca mutluluk gözyaşları döker. Masadaki başköşeyi “elin artığı” bir kadını getirip ailesini rezil edecek olan Şevket oğluna verir. (Kadınları etiketlemek çok ayıptır, “elin artığı” lafını kullanmak benim hiç hoşuma gitmedi, ama dizide öyle geçiyor diye bir nevi kinaye yapmak istedim.)
Bu bölümden çıkartacağımız ders: Büyük lokma ye, büyük söz konuşma!
[/box]