[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
Ceren pırlantalarla bezeniyor!
Agah da tıpkı Şeniz gibi kendi teşkilatını kurmuş durumda. Cenk’i GPS’den aratıyor adamlarına. Şeniz’in teşkilatı gibi yürümez işler ama idare eder işte. Anca Cenk’i bulup getirebilir. İşte Damla falan okulu kırarsa onun nerede takıldığını falan bulabilir vesaire… Sen anca bu kadarını bulabilirsin. Millet elini kolunu sallaya sallaya tek bi kameraya bile yakalanmadan kanlı parmak izi basılmış kara kara zarfları senin odana göndersin; adamların da “Bulamadık, edemedik, bilgiye ulaşamadık…” falan desin. Şeniz bu işe girişse şimdiye kadar zarftaki parmak izlerinin DNA’sını ayrıştırmış, zarfın sahibini bulmak bir yana dursun, adamın (ya da kadının) e-devlet şifresini kırıp yedi ceddinin adresini bile öğrenmişti heheyytt!
Cemre elindeki ilaçları tahlil ettirmek için arkadaşını ayarlar ve onunla buluşur. (Sanki bir şey yapabilecekmiş gibi) Hem Nedim’e her gün düzenli olarak verilen hapı hem de enjektörde kalan ilacı… Cemre zekice hareket etti buraya kadar; ama Şeniz diyoruz! Şeniz faktörü varken sen kimsin kızım! Kadın şimdi kafaya koysa Amerika’ya diz çöktürür; doların değerini sıfırın altına düşürür. Maşallah kimin ne yapacağını, hangi an baygınlık geçireceğini, hangi anda nerede durup konuşacağını bile biliyor. Misal Seher’in Cemre’nin çekmecesinden çıkan pırlantayı alıp Nişantaşı’ndaki o kuyumcuya doğru yol alarak, pırlantanın sahici mi, sahiciyse kim tarafından alındığını sorgulamaya gideceğini daha dizi başlamadan biliyordu. Ruhani güçleri var kadının daha ben size ne diyebilirim?
Seher Nişantaşı’na gittiğinde giyim kuşamla alakalı bir dışlanma yaşayacağını tahmin etmiştik seyirciler olarak. Bize göre Seher’in giyim kuşamında sırıtan herhangi bir durum yok; hatta alışık olduğumuz hanımlardan çok daha düzgün giyimli bile diyebiliriz. Ama Nişantaşı’nda geziyorsanız, giydiğiniz Çarşamba pazarı işi gömleği ve eteği nerde olsa tanırlar. Burunları pazardaki giyim bölümünün yanındaki tezgâhta duran salçalık biberin kokusunu alır adeta. Hem de Rinso’yla defalarca yıkamış olsanız bile… (Belki de Rinso’dan dolayı ele veriyordur; sonuçta en uygun marka çamaşır deterjanlarından birisidir kendisi.) Kuyumcuda çalışan kadın daha Seher içeriye girer girmez camsil ve çamaşır suyu kokusunu almıştı bile. “Nasıl yardımcı olabilirim?” diye sorma gereği bile duymadı. Teslimci sandı. Ya da aklından “kimi dolandırdılar acaba” diye geçirmiş bile olabilir. Ama bir alıcı olmadığını şıp diye anlamıştı.
Pırlantanın sahici olduğunu ve Cenk Karaçay tarafından alındığını öğrenip de baygınlık geçirmeye başladığı an Şeniz cuk diye düştü sahneye! Aldı kadını, kan şekeri dengelensin diye sosyetik mekânlara götürdü, Kendisi “her zamankinden” istedi, Seher ise bir cappuccino bir de o mekanın meşhur Cupcake’lerinden sipariş etti. (Şaka olduğunu söylememe gerek yok sanırım.) Fazla açılmak istemez Seher Hanım, sonuçta hesabı ödeyecek olan kendisi olacak. Onda bu gurur varken tam da o an telefondan kredi başvurusu yapar, yine o hesabı paşalar gibi öder! Kime neyi kanıtlamış olacaksa artık… Milletin canına minnet. “Heyyt be ne kadınmış!” falan mı diyecekler sanıyorsun? Pehh!
Şeniz’den Seher’e “kızına dikkat et, oğlumun kapanına düşmesin” ayarları itinayla verilir. Sus payı olarak da kutudaki pırlanta uzatılır. Ama Seher böyle süprüntülerle ilgilenmez demiştik ilk başta. O büyük oynamayı sever. Evi barkı iki kuruşluk pırlanta uğruna yakıp gelmedi her halde bu kadın! Daha büyük oynayacak, daha temelden kazacak bu binayı. Hayatında başına gelebilecek en kara bela olacak Seher. Kendisi bi halt edemese bile, sana o geri zekâlı kızları yeter de artar bile Şeniz Hanım!
Cenk yine bizim aklımızdaki bir soruya cevap verdi. “Neden?” diye sormuştuk ya hani? Gözünü bu kadar karartabilmişken neden Cemre’ye engel oluyorsun? Cevabı aslında basit… Cenk artık anasını değil Cemre’yi korumaya çalışıyor. Yani öyle söylüyor. Ama yine bir korkaklık var işin içinde. Madem Cemre’yi korumaya çalışıyorsun; o zaman Cemre’yi suya sabuna dokundurmadan kendin hallet işini. Testi kendin yaptır; ya da yaptırma, git babana her şeyi açık açık anlat. Açıkça anlatamıyorsan mektupla anlat. Gerçi senaryoda böyle bir süreç olsa bile Şeniz yine bir adım öne geçip günahına ivedi bir kılıf uydururdu. Neyi tartışıyoruz ki? Senarist Şeniz’den yana oldukça durum böyle…
Bu arada şu kara zarf mevzusunda sekreterin ve Şeniz’in parmağının olduğunu düşünmeye başladım (Belki de öyle düşünmemizi istediler ve ben de Senaristin tuzağına düştüm kim bilir?) Şeniz sekreteri hediyelere boğup her türlü işini yaptırıyor. Zarf olayının da bir oyalama taktiği olduğunu düşünüyorum. Hedef şaşırtmaca… Ceren ile ilgili planlarını da icra etmek için yine sekreter ile işbirliği yapıp Agah ve Cenk’i Ankara’ya postalama işini halletti. Kadın tam bir iş bitirici… Helal!
Seher bölümün bu kısmında yapabileceği en ezikçe şeyi yaparak kendisini Agah’ın gözünde adeta iki paralık etti. Düşündü, taşındı ve yere göğe sığdıramadığı Cemre’sini, aşk duyduğunu düşündüğü adamın engelli kuzenine vermeye (daha doğrusu yamamaya) karar verdi! Bu yamamak değil de nedir? Bir önceki bölümde kızının haysiyeti, onuru, kalbi vardı da bu bölümde defolu bir mala mı dönüştü? Hayırdır yani? Seyirciler (özellikle alanında çağdaş olan seyirciler) eminim bu kısımda Seher’e çok kızmıştır. Anlamaya çalışanlar ya da anlayanlar da olmuştur elbette; ama daha çok kızmıştır. Kızına bile sormadan kime neyi veriyorsun? Beni bilirsiniz Cemre’yi günahım kadar sevmem; ama bu davranış gerçekten ağır çekti biraz! Ama neyse ki Agah Cemre’ye anasından daha fazla güveniyor da kabul ediyor her şeye rağmen. Ankara’dan dönüşte işi hallederiz diyor. Sen oradan dönene kadaaaar…!!! Ohooo!!!
Ceren saftiriği de Şeniz’in kinayeli vaatlerine ve sus paylarına inanıp ortalığı ateşe vermemek için sabırla bekliyor. Şeniz Ceren’i pırlantalara doyurdu Maşallah. Ama satmaya kalksa bir halt etmez. İnsan 24 ayar altın takar, o kadar para pırlantalara dökülür mü? Biz halktan insanları en az 22 ayar keser. Daha aşağısı kurtarmaz anacım…
Zalim İstanbul 7. bölüm 5. kısım izle
[/box]